daha da derinleşti. İpi boynuna geçirildi ve Erdal Eren'in
bu sessizliği yırtan sesi duyuldu: 'Kahrolsun Faşizm,
Yaşasın TDKP!'
ve sehpayı çektiler.
...
13.12.1980 Ankara Gece 02.55
Ümit Kurt anlatıyor;
«Veysel'in kapısını açtılar. Bu arada bir sessizlik oldu.
Daha doğrusu alçak sesli bir konuşma olmuştu biz duymamışız.-
Cezaevi müdürü de gelmiş, o konuşmayı duyan arkadaşlann anlattığına
göre Yüzbaşı Veysel'e 'sonun geldi' diyor.-
Ve birden Veysel'in gür sesi koridorda yankılandı.
Çok gür bir sesti:
' Yeniden dirilip döneceğiz er meydanlarına I Tarihin kon...9
dedi ve ağzını hemen kapattılar. Ağzını neyle nasıl kapattılar bilmiyoruz.
Ve çıkarıp götürdüler."
Hücre bölümünden çıkarttıklarında çok sakindi.
Bizim koridora çıkar çıkmaz
1 Kahrolsun Faşizm/Kahrolsun Faşist Diktatörlük!?
sloganlarını attı.
Ama hemen ağzını kapattılar.
Ağzı kapatılmasına rağmen o yine de bir şeyler söylemek için direniyordu.
' Savaş sloganlanmız dilden dile, silahlanma elden ele dolaşacaksa* dedi
ve hemen yine ağzını kapattılar."
Bir gardiyan da o geceyi Aydın Kığılı'ya şöyle anlatmıştı:
"... Veysel infaz bahçesine getirildiğinde başı dimdikti.
Üzerinde infaz kıyafeti yoktu. Sivil giysiler vardı.
Kendisinden son isteği sorulduğunda
' Benim sizlerden bir isteğim olamaz dedi.
Darağacına yürü denmesine fırsat bırakmadan, başını önüne eğmeden en
küçük bir tereddüt göstermeden yürüdü.
Sehpaya çıktı. Cellat boynuna ipi geçirmeye hazırlandığında
Sehpaya kimse dokunmasın diye uyardı.
Ardından da öyle bir bağırdı ki, yer gök inledi.
Ne dediğini anlayamadık bile.
Slogan bitince cellada ipi boynuma geçir dercesine baktı.
Boğazına ilmek geçirildi.
Cellat, Veysel'in isteğine uyarak sehpadan uzaklaştı.
Kanımız donmuş gibi pür dikkat onu izliyorduk.
Üzerine bastığı sehpaya ayağıyla vurdu. İnfazını kendisi gerçekleştirdi."
....
*Veysel Güney'in okuduğu yarım kalan şiir şöyle:
YENİDEN DİRİLİP DÖNECEĞİZ ER MEYDANLARINA
TARİH KÖHNE DÜZENİN CELLATLARINI AFFETMEYECEK
GEREK KALMAZ SAVAŞ İLANLARINA
ELLERİMİZ FAZLA LAF ETMEYECEK
...
11.06.1981 Gaziantep Gece
Kazım Aslan
Aydın
Sultan
CAN ABİM;
(...)
Yaşamak bir türküyse bunu bu türküyü en güzel biçimiyle söylemeye çalıştım. Zafer şarkısının söylendiği günler de gelecek. Kısa da olsa onurlu yaşamanın yolunu seçtiğim için mutlu gidiyorum. Iyi güzel şeyler uğruna yaşanıyorsa her şey katlanılamayacak şey yoktur. Ölüm bile basitleşiyor. Anlamlıysa ölüm yaşamak kadar güzeldir.
(...)
İyiden güzelden yana olun. Budur istediğim.
Tüm dostlara dost yüreklilere sevgimin sıcaklığını iletin. Utançsız onurlu gidişimi. Üzülmek acımak hiç kimseden beklemediğim şeydir.
Bana yapılacak en büyük kötülük bu olur. İnsan onurla yaşamasını bilir, bilmeli. Güç de olsa...
Benim üzerimde büyük emekleriniz var. Ödenemeyecek kadar büyük. Senin ve ötekilerin. Siz, emeğin tüm temsilcilerine, dünyadaki tüm emekçi, onurlu, güçlü insanlara layık olabilmenin yolunu seçtim. Yapabileceğim her şeyi yapmamış olsam da bu görevi yapacak yeni insanlar topraktan fışkırıyor. Yüreğimin tüm sevgisiyle, tüm onurlu güçlerimle seni, sizi hepinizi kucaklar doyasıya öperim.
Güçlü olun. Başı dik olun.
O güzel günlerde tekrar yanınızda olacağım.
Amcanız, kardeşiniz,dostunuz
Kardeşin Hıdır
Hıdır sehpaya çıkmadan önce gözlerinin bağlanmasına karşı çıktı ve bağlatmadı. Sehpaya çıktığında bir slogan daha attı.
Karşısındakiler pür dikkat onu izliyorlardı.
Ve ipi boğazına geçirdikten sonra sehpaya bir tekme attı. Öylece kaldı ipte.
Yüzü duruşu değişmedi.
Ipte kalışı uzadı ve vücudu
Sarktı... Sarktı... Sarktı...
...
25.10.1984 Burdur Sabah
Yaptıklarımdan hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Şunu bilin ki dünyaya gelirsem aynı mücadeleleri aynı şeyleri bir daha yaparım. Onun için kimsenin üzülmesini istemiyorum. Kimse üzülmesin. Ben pişman değilim. Amerikan emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı mücadele verdim. Verdiğim mücadele doğru bir mücadeleydi. Bundan dolayı üzüntü duymuyorum."
"Demir kapı açıldı.
Ahmet Saner, gür sesiyle gerilla marşını okuyarak kürsüye doğru yürüdü. Ağzını asker tuttuğu sırada, askere bir kafa vurdu.
Hiç kimse mani olamadı.
Ağır, vakur adımlarla kürsüye yürüdü...
Geldi. Marşını bitirdi...
Savcı kendisine iddianameyi okudu. 'Bir diyeceğiniz var mı?'dedi.
Ahmet 'Bizi asanlar şunu bilsinler, kendileri de bir gün asılacaklardır. Pardon asılmayacaklar, hepsi teker teker gebertileceklerdir.' dedi." İçeriden gelen bağırtı ve marş sesini duyduğunda Ahmet'in dayısı olanları daha iyi anlayabilmek için, kapıya daha çok dayandı. Kalabalığın bir kısmını görebilmişti. Konuşma gürültüler ve bağrışmalar ilerleyerek bir noktada toplanmıştı.
"Ve sandalyeye çıktı.
Nebi sehpaya yakın vaziyetteydi.
Bir telaş başladı. İpi boynuna geçirdiler. Ahmet etrafa baktı.
Fakat o sırada bir aksilik var. Cellat kendi kendine söyleniyordu.
Cellat diyordu ki, 'Burada ipin bağlanacağı yer yok.’
Ahmet bunları duyunca gülerek 'Dikkat edin! Bir yerlerinizi sakatlayacaksınız’ dedi.
Nebi, bunun üzerine büyük bir kahkaha kopardı. Herkes bembeyaz!.. Şaşkın vaziyetteler... EI ayak her şey çekildi...
Ahmet etrafa bakıyor, bütün herkesi izliyor en son Nebi'ye baktı.
Sonra döndü, gözlerimin içine baktı... Bir taraftan sandalyeyi tutuyorlar... Ahmet, gözlerimin içine bakıyor. O an, bir saniye meselesi. Gözlerimi 'evet' şeklinde salladım... Ve... Bir tekme!...
Sandalye, albayın suratında patladı.
Ahmet sandalyeye kendisi tekme vurdu ve cellat sandalyeyi çekecek fırsatı bile bulamadı...
"Ahmet, bir salıncakta eğlenen güzel bir çocuk gibi sallanıyordu. "Sallandı...
"Sallandı...
"Omzunu silkelercesine üç kere kaldırdı. Ve 'oh!' diye bir ses... 'oh!' dedi."
…
25.06.1981 İstanbul Gece
(...)
Benim için üzülmene ve düşünmene gerek yok.
Ben yaptığımdan rahatsız değilim.
Ve buraya düştüğümden dolayı ise hiç mi hiç pişman değilim.
Çünkü ne yaptımsa doğru bildiğim için yaptım.
Ama suçsuz olduğum bir meseleden düştüm.
Böyle olmasına rağmen beni yargılayanlar halkın menfaatlerini savunduğumun ve o uğurda her zaman mücadele vereceğimi bildikleri için bana bildiğin ve herkesin bildiği cezayı bastılar pişman değilim ve hiçbir zaman pişman olmayacağım.
Doğru olan ve doğru olarak bildiğim halkımın menfaatine olacak her şey için her zaman ölüme hazırım. Benim için önemli olan zor da olsa doğru olan şeyi yapmaktır. ...
"Son bir isteğin var mı?
'Benim bu düzenden isteyeceğim hiçbir şey yoktur' dedi Ali ve yürüdü. Avlu sarı ve ölgün ampul ışıklarının altında karanlıktı.
Oysa yukarıdaki gökyüzü üzerine bir giysi gibi giydirdiği karlarıyla Torosların başına oturmuş parlak ve çıplak bir ayazdı.
Ayağında bot üzerinde cezaevinin kısa ve tek tip elbisesi vardı.
Beyaz önlüğünün altında elleri kelepçeliydi. Öylece yürüdü.
Asker ve gardiyanların aralanndan geçerek sandalyeye çıktı ve gür sesiyle bağırdı.
'Ben insanların mutluluğu için çalıştım,
mutluluğu için de ölüyorum...'
'Kahrolsun Askeri Faşist Diktatörlük!'
'Yaşasın Devrim !
Yaşasın Sosyalizm...!'
Bütün söyleyecekleri bu kadardı.
Sonra bir kuğu gibi başını uzattı ipe.
Devlet koca Adana'da yine kendi deyişiyle pis bir çingene bulamamıştı. Mustafa Özenç'de olduğu gibi yine gardiyan Mehmet Selçuk uzandı ipe ve geçirdi Ali'nin boynuna. Ve işte bir devrimcinin en yürekli, en bilinçli anıydı. Daha onlar yönelmemişken ayağı ile vurdu altındaki sandalyeye. İp sarktı. Darağacı gıcırdadı.
Avludaki sessizlik ortamında bir bu ses vardı.
Çukurova, Adana, İskenderun susmuştu.
Höyük köyü susmuştu.
Ali ipin ucunda bir kolye gibi gidip geliyordu.
Cezaevinin duvarları Toroslar gökyüzü bakışa kaldılar öylece...
Ali Aktaş 23 Ocak 1956'da doğdu.
...
Doğum gününde 23 Ocak 1983 Yılında Adana'da asıldı!
Sabah 07.02
Sevgili anneciğim ve babacığım;
(-)
Bence yaşam bir idealle birleşince güzelleşir. Benim idealim halkımın mutluluğu, yurdumun bağımsızlığıdır. Bu idealin gerçekleşmesi için canımı ortaya koyarak mücadele ettim. Bencil duygulardan kendimi arındırmaya çalıştım, başarılı olduğuma inanıyorum. İki üç senedir sizlerden ayn yaşadığımı sizlere pek yardımımın olmadığını düşünüp kızabilirsiz. Ama ben sizi yoksul ama onurlu halkım kabul edip, benim canım halkım için feda olsun dedim. Ömür boyunca siz ve sîzin gibilere layık olmaya çalıştım. Bunun kavgasını verdim. Bu kavgayı verirken de bazı nedenlerden dolayı tek başına kaldığım oldu. Fakat halkıma olan sevgim, düşmanlarıma olan kinimi hiç kaybetmedim. Bu duygular beni ayakta tuttu. Bu duygular bu gün de beni dimdik tutuyor. Bugün de bu duygular beni dimdik tutuyor Şu anda huzur içindeyim.
Çünkü hiçbir arkadaşıma ihanet etmedim, düşmanlarımdan aman dilemedim. Onurlu bir yaşamım olduğuna inanıyorum.
(...) Sizin bu karar karşısında dik durmanız gözyaşlannızı düşmana göstermemeniz bu gibi durumlarda birbirinize destek olmanız benim en büyük dileğimdir. Sizlerin şu anda zor durumda olduğunuzu tahmin ediyorum. Sizlerin tesellisi bizlerin yaşantısı ve idealleri olmalıdır. Benden dolayı üzülüyorsanız, benim üzülmemi istemiyorsanız kininizi, acınızı gözyaşı dökerek boşaltmaya teselli olmaya çalışmayın. Kininizi, acınızı, gözyaşınızı kendi dünyamızı kurmamız için önünüze çıkan engelleri aşmak için harcayın.
Sizler rahat oldukça sizler dik durdukça, düşmanlarımız titreyecektir. Ben o zaman mutlu olurum.
Mutlu, güzel, acısız günler diler ellerinizden öper hepinizi kucaklanın. Dayım, yengem ve diğer soranlara selam.
Açardın yalnızlığımda Mavi ve yeşil açardın Keklik kanı kınalı berrak Yenerdim acılan kahpelikleri Sıktıkça cellat kemendi.
...
Oğlunuz Erdoğan YAZGAN 29.01.1983 İzmit Gece
Savaşsız sömürüsüz bir dünya için savaştık.
Onun için ölüyoruz.
Biz bu davaya baş koyduk.
Başımız devrime, halkımıza,
partimize feda olsun.
Kahrolsun Faşizm.
Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının mücadele birliği.
İdamlar bizi yıldıramaz.
Hoşçakalın.
Elveda yoldaşlar.
.. Bir iki ay önce aşık olduğu ve yazıştığı o kız da vardı, o koğuşta. Demir kapılar gümbür gümbür vuruluyordu.
İbrahim'in sesi en son sehpanın kurulduğu küçük avluya çıktığında duyuldu diğer koğuşlardan.
Üstünde beyaz uzun idam önlüğü vardı.
Elleri arkadan bağlanmıştı.
Slogan atmaması için birkaç asker birden tutmuştu ağzını.
Sehpanın önüne geldiğinde iri adımlarla yürüdü.
Elleri arkadan bağlıydı.
İleri attığı uzun güçlü bacaklarına Yavuzeli Kalesi'nin arkasındaki tarlalarda kurumuş, dolu buğday başaklan çarpıyordu.
Ayışığının altında bir çizgi gibi görünen derenin içinde "Ben bu andan itibaren kendimi..." diye başlayan kapitalizm, emperyalizm gibi dünyanın bütün kötülüklerine karşı savaşın kararlılığını belirten, ardından
"Bu uğurda canımı devrime ve örgüte adıyorum!"
diyerek bitiren henüz 17'sindeki gencin heyecanının yaşıyordu... Durmaksızın sehpaya Çıktı.
İpi onu öldürmekle görevlendirilmiş olanlardan biri geçirdi boynuna.
Ve ardından İbrahim bedenini sandalyeden boşluğa bıraktı.
Sallandı... Sallandı... Sallandı...
...
13.03.1982 İzmir Gece 01.25-03.05
Sevgili anacığım ve babacığım;
Şu an sizlere son mesajımı iletiyorum.
Ben sizlerin yüzünü kara çıkaracak hiçbir şey yapmadım.
Bugünlerde size ağır gelen bu itham gelecekte sizlere bir şeref payesi gibi görünecektir. Bundan emin olun.
Belki de çok şey vardır sizlere iletebileceğim ama şu an aklıma gelmiyor ki... bu da doğal olsa gerek.
Kendinizi üzmemenizi istiyorum.
Canım ablacığım;
Gördüğün yazıyı yaşamımın en son anında bir mesaj olarak iletebiliyorum. Sen örnek ve fedakar davranışlar göstererek kardeşlik bağlarının ne kadar kuvvetli ve de sıcak olduğunu vurguladın.
Bunu görmemek mümkün değil.
Sizlere veda ediyorum, hepinizi çok sevdim.
Anama babama candan selam iletir, her iki ellerinden öperim.
Can kardeşlerim Can, İrfan ve İlhan'ın, Ramazan'ın gözlerinden öperim. Ayrıca seni hasret ve özlemle kucaklarım.
Oğlunuz İlyas HAS
'Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!
Yaşasın Bağımsız Türkiye!
Kahrolsun Faşizm! Yaşasın Mücadelemiz!'
sloganlarını atarak yürüdü gitti....
'Cellat istemiyorum dedi ve sehpaya çıktı.
İlmek boynuna geçirildi.
Slogan atmaya ve bir şeyler söylemeye başladığı anda görevli savcı tepin tepin diye emir verdi oradaki görevlilere.
Savcı İlyas'ın ayakları altındaki sandalyeye vurmalarını istiyordu.
İdam edilirken en kısa sürede nasıl ölündüğü idamlıkların hücrede zaman zaman tartıştığı bir konuydu.
İlyas da o yöntemlerden birini seçti.
Savcının telaşlı bağırmaları sürerken onlara fırsat vermeden yukarı doğru zıpladı ve vücudunu boşluğa bıraktı.
Bir kum torbası gibi döndü yerinde İlyas.
Vücudu bir iki kez sehpa olarak kullanılan masaya çarptı.
Ve sonra öylece kaldı.
...
27.10.1984 İzmir Sabah
Sevgili aileme, anneme, Mediha ablama, Nuriye ablama, kardeşim Meliha , yeğenim Servet ve enişteme; (...)
Beni düşünürken dünyada tek oğlunuz Kadir'inizi yitirmiş bir kişi olarak değil, sadece binlerce kişiden biri olarak düşünmenizi isterim. Böylesi belirli bir teselli ama daha iyisini düşünemiyorum. Ölmek de doğmak gibi doğal bir olaydır. Ölenlere değil insan yaşayanlara sarılmalıdır.
Işin en doğrusu budur. İnsan acıyla yaşayamaz. Yaşarsa da mutlu olamaz. İnsan yok olanla değil ancak varolanla yaşarsa mutlu olabilir. Temennim bir arada hep beraber mutlu yaşamaktı. Mümkün olmadı. Üzgünüm. Yaşam benle son bulmuyor. Bensiz de devam ediyor. Yaşam yaşayanların üstüne kuruluyor. Bütün arkadaşlara, komşulara, akrabalara selam ederim. Her zaman sizi canı kadara seven,
Biraz sonra yukardan bir kapı açıldı.
Ve bir gerilla marşı da oradan geliyordu. Dik... Baş yukarda.
Savcı ona da hükmü okudu. Sordu: 'Bir diyeceğin var mı?' diye.
Kadir, her zamanki efendiliğiyle cevap verdi.
“Var! Anayasalar, toplum için emekçiler için, halklar için, işçiler için yazılır. Ama maalesef bizde bu anayasalar belli bir zümre için kullanılıyor. İnanıyorum ki; bir gün halkın, emekçilerin, işçilerin sahip olacağı anayasalar gelecektir.” 'dedi.
Sonra ağır ağır sandalyeye çıktı. O da Ahmet gibi gülümsüyordu.
Hiç korkmak telaşlanmak ve hüzün... Hayır! Suskunluk... Hayır!
İpi cellat boynuna geçirecek boyu yetmiyor.. Ve cellat titriyor...
Kafasını çevirdi... Kadir cellata dönerek 'Sakın ol kardeşim heyecanlanacak bir şey yok.. Acele edecek birşey yok ki, biraz sakin ol dedi. Gene etraf şaşkın Kadir bayram yerine gider gibi şendi.
İpi boynuna geçirdiler. Kadir de Ahmet gibi yaptı.
Katil Oligarşi diye bağırmadan önce etrafına baktı.
Göz göze geldiğimizde başımı salladım ve Kadir o sırada bağırdı.
'Katil Oilgarşi! Katil Oligarşi!
Yer gök inliyor. Ve sandalyeyi çekemiyorlar.
Bağırıyorlar çekin sandalyeyi, çekin sandalyeyi diye..
Kadir hiç oralı değil. Sandalyeyi çekemiyorlar.
Kadir sandalyeye basmış ve bas bas bağırıyor.
'Katil Oligarşi!
Ve Kadir sandalyeye pat diye tekmeyi vurdu.
Bir tekme de Kadir'den gelmişti. Kadir de Ahmet gibi 17 dakika ipte kaldı. Her şey bitti. İnsanlar şaşkın.
…
25.06.1981 İstanbul Gece 04.55
Değerli Karıcığım;
(...)
Beni hayat devrimci yaptı.
Her zaman devrimci öğretiler doğrultusunda kendi felsefe anlayışım olan bilimsel sosyalizmden ayrılmadan arkadaş ve halkıma ihanet etmeden halkımın mutluluğu için savaştım.
Bu savaş sürecinde devrimci onurumdan asla taviz vermeden yılmadan, usanmadan bu görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştım. Sanıyorum bunu da yaptım.
Biz ki yarınıyız halkın
Umudu yüz akıyız
Hıncı, namusu
Taa şafakları
Hey canım
Kalbim dinamit kutusu
(--.)
İdam sehpasına giderken arkaya bakmadan korkusuzca halkımın mutluluk
sloganlannı haykırarak köhne düzenin celiatlanna fırsat vermeden sehpaya
tekmeyi kendim vuracağıma söz veriyorum.
Bu korkusuzluğu devrimci öğreti devrimci bilinç ve kavga koşullarına
borçluyum.
Akıyor nehirlerin
Rüzgarlıdır dağların
Gene çarpıyor kalbim
Ortasında kavganın
Bizi ne işkenceler ne zindanlar ne de idam sehpalan asla yıldıramayacaktır. Bugün bizi idama mahkum edenlerden tarih mutlaka ama mutlaka hesap soracaktır. Biz ölümlerin en şereflisini en onurlusunu seçtik. Halkımızın mutluluğu uğruna ölümü severek kucakladık. Her zaman başımız düşmanlanmıza karşı dimdik olmalı. Halkıma armağan olarak bıraktığım Murat'ımın bakım ve eğitiminin en iyi şekilde yapılacağından şüphem yoktur. O benim senin olduğun kadarda halkımın da çocuğu. Kendi toplumunun yararına eğitildiği sürece bıraktığımız yerden mutlaka devam edecektir. Onurumuzu ve saygınlığımızı kazanmanın şanlı yoludur bu. Nesiller nesilleri kovalayacak benim bıraktığım yerden oğlum, oğlumun bıraktığı yerden oğlu devam edecektir.
...
29.01.1983 İzmit Gece
sevgili ağabeyciğim Süleyman,
Mektubuma başlamadan evvel sana ve Vardar ailesine özlem, hasret ve
sevgilerimi iletir, en güzel günlerin sizlerin olmasını dilerim.
Nasılsın abi? İyi misin? İyi olmanı candan temenni ederim.
Sen de kardeşin Neco'yu soracak olursan iyiyim.
Sana çoktandır mektup yazmak istedimse de olmadı.
Gönül isterdi ki bu satırianmı cezaevi mapus hücresinde değil,
doğa ile tabiatın, deniz ile ormanın,
sevgi ile insanların,
özgürlük türküleri söylediği bir ortamda yazmak isterdim.
Hepinizin yaşamının iyi olması dileğiyle.
Savaşsız, sömürüşüz bir dünya için savaştık.
Onun için ölüyoruz.
Biz bu davaya baş koyduk.
Kahrolsun faşizm
Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının mücadele birliği.
İdamlar bizi yıldıramaz
Hoşçakalın
Elvada yoldaşlar.
....
Sıra Neco'ya gelmişti.
Onun hücre kapısı açıldı.
Neco hücreden çıkar çıkmaz Seyit'in yanına gitmek istedi.
Ancak oradaki askerler buna engel oldular.
Seyit ile bir ara göz göze geldi.
Ve 'Hoşça kal Yoldaş! İdam bile vız gelir!' diye bağırdı.
Neco slogan atmak isterken ağzı bir bezle kapatıldı.
Askerler kucaklayarak çıkardılar içeriden.
Asacakları avluya kadar sürüklediler onu.
Cezaevinin içinde, slogan atmasını engellemeye çaiışıyoriardı.
Cezaevindeki diğer tutsakların susması için onları sessizce asmak
istiyorlardı.
Ve o da İbo gibi sehpaya kendisi çıktı.
'Yaşasın Sosyalizm!
Yaşasın TKEP!'
... derken ayaklarının altındaki sandalye çekildi.
...
13.03.1982 İzmir Gece 01.25-03.05
Onlar Gölcük askeri cezaevinde idam edileceklerini bekliyorlardı.
Koğuş kapısı slogan ve marşların, tekmelerin yumrukların diğer koğuş
kapılarının gürültüsü altında açıldı.
Kapı açılmadan önce onlar birkaç kez birbirlerine sarılmış vedalaşmış güç
vermişlerdi. Kapı açıldığında da sloganları kesmediler.
'Ömer Yazgan' dedi kapıyı açanlardan biri.
Ömer arkadaşlarıyla vedalaştı tekrar, onlara tek tek sarıldı.
Koridora adım attığında ise diğer koğuşlara bağırdı.
"Hoşçakalm arkadaşlar,
devrimci mücadelenizde size basanlar dilerim.
Kahrolsun faşizm,
yaşasın mücadele...""
inzibatlar ağzını kapattı.
Ömer sesini duyurmak için ağzının kurtarmaya çalıştı.
Kurtardıkça da slogan attı.
Giderek daha fazla asker üzerine yığılmıştı.
Koridora çıktığında arkadan vurulan kelepçeyi bir subay tutmuş geriye
doğru çekiyordu onu.
Bu arada düştü Ömer.
Bu sefer tekmeler altında sloganlar atmaya başladı.
Ve öylece çekip sürüklediler dış giriş koridoruna kadar.
Yine aynı yöntemle dışarıda bekleyen kapalı arabalardan birine bindirildi.
Ramazanın ardından aynı yöntemle Erdoğan ondan sonra da Mehmet aynı
yöntemle getirildiler ve her biri ayrı ayrı arabalara bindirildiler.
Güle güle karanlık dünyalara aydınlık savaşı açan yoldaş Güle güle özgürlük savaşının büyük atlısı Güle güle o büyük devrimci onur Ve erdemin yücesi
...
29.01.1983 İzmit Gece
... Böyle bir kararın benim hakkımda verileceğinden emindim. Ama diğer arkadaşlanmınkini beklemiyordum. Bundan sonrası da politik gelişmelere bağlı, ancak sonuç ne olursa olsun, ben onurlu bir şekilde karşılarım gerekirse, yani infaz söz konusu olursa darağacına çıkarken tüm dünya halklarını selamlamasını, bizden sonra gelecek arkadaşlarıma örnek olmasını bileceğim. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Ben Türkiye halklarının sınıf mücadelesine katıldığım anda her devrimci gibi hayata sözlü, ölüme nişanlıydım. Onun için sonuç etkilemedi.
Sizlere teselli vermek istemiyorum.
Çünkü gözyaşlarını halk düşmanlarına karşı gizlemesini bilen, onlara karşı siyasi ve ekonomik düzensizlikten dolayı her geçen gün kin ve nefretle dolan halkımızın bir parçasısımz. Bir oğul kaybetmiş olsanız bile binlerce oğul kazanacaksınız. Tüm devrimciler sizlerin oğulları, kızları ve kardeşleri olacaktır. (...)
Kısa fakat benim değer yargılanma göre onurlu bir yaşamım oldu. İdeallerimden asla taviz vermedim. Kimseye ihanet etmedim. Silahımı teslim etmedim.
Halkın içersindeyken onlara ve sizlere yardımcı olmaya çalıştım. Halkımızın sınıf mücadelesinde en ön saflarda çarpışmaya çalıştım. Sizleri sömürü ve bunun sonucu olan yoksulluktan kurtarmak istedim ve şimdi bunu bizden sonra gelecek nesillerin sürdüreceğinden nihai hedefimize vaniacağından eminim sizlere başka şeyler de yazmak isterdim ama yazamıyorum...
Tüm Gültepe halkına ve Türkiye halklarına selam.
BEN HALKIMIN MUTLULUĞU İÇİN SAVAŞTIM.
ADIM HÜZÜNLE BİRLİKTE ANILMASIN.
...
29.01.1983 İzmit Gece
'Şunu insanlara anlat.
Ben güle oynaya gidiyorum.
Geriye dönüp bakma gereği duymuyorum.
Çünkü geçmişimde pişmanlık duyacağım hiçbir şey yok.
Tekrar yaşama gelsem yine bu görevi, bu kişiliği seçerdim,
bu ihtişamı tekrar yaşamak isterdim.
Bunu arkadaşlarıma anlat! Böyle bilsinler!"
Sana şunu bırakıyorum:
-Bugün olmaz biliyorum- yann veya herhangi bir gün, kemiklerim dahi kalmış
olsa; inançlarını taşıdığım, düşüncelerini paylaştığım, uğruna severek idama
gittiğim insanların yanına gitmek istiyorum. Ben bunları devletten istemiyorum!
Ben bunları sizlerden istiyorum!
Yeri geldiğinde benim kemiklerimi Mahir Çayan'ın yanına gömün!'
En son isteği bu oldu.
O
"Yaşasın Halkın Devrimci Öncüleri!
Yaşasın Sosyalizm!
Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!'
sloganları atıyordu.
Ama bu arada tartaklama ve cop sesleri de geliyordu...
Serdar sehpaya çıktığında
' Ölüm! Nereden ve nasıl gelirse gelsin
Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
Ve silahlarımız elden ele dolaşacaksa
Başkaları mitralyöz sesleriyle
Savaş ve zafer naralanyla
Cenazelerimize ağıt yakacaksa
Bu uğurda ölüm hoş geldi. Sefa geldi?
Che'nin sözlerini haykırdı son olarak.
İpi boğazına geçirildikten sonra, altındaki sandalyeyi ayağıyla itti.
Çoğunluğunu birkaç ay önce Kiremithane mahallesinde hükümeti protesto eden
bir gösteriden getirilenlerin oluşturduğu kadınlar koğuşunun bir penceresinde
Serdardın idamı izleniyordu.
Ve sloganların ardından dumanlar yükseldi pencerelerden. Yorganlar yakılıp
yakılıp atıldı avluya.
Serdar ipte uzun süre kaldı.
Yaşam belirtileri vardı.
Bunu tamamen yok etmek için Agah Yüzbaşı bacaklarına asıldı Serdar'ın.
Uzadı Serdar'ın bacakları.
Yüzbaşı yeniden yeniden yukarıdan asıldı ta ki şişmiş, kangren olmuş bacak
hareketsiz kaldı...
...
26.10.1980 Adana Gece 04.00
Savaşsız, sömürüşüz bir dünya için savaştık.
Onun için ölüyoruz.
Biz bu davaya başkoyduk.
Başımız devrime, halkımıza
Partimize feda olsun.
Kahrolsun faşizm,
Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının mücadele birliği.
İdamlar bizi yıldıramaz
Hoşçakalın
Elveda yoldaşlar.
...
Geç kaldınız beyler!
Sizleri daha erken bekliyorduk.
Biz kendimizi çoktan hazırladık,
kutsal davamız adına partimizi ve devrimi kucaklıyor,
devrimcileri selamlıyorum.
KAHROLSUN FASIZIM !
O da sehpaya çıktı beyaz önlükle...
Kendisinden önce iki can arkadaşının boynunu kıran ilmik onun da boynuna
geçiriliyordu.
Ve O arada şunları söyledi:
"Şunlara bakın hele; tir tir titriyorlar. Korku sizinle hergün yaşayacak.
Cellatlardan ve onun devletinden er geç hesap sorulacaktır"
ip boynuna geçirildiğinde O;
"Kahrolsun Faşizm!
Yaşasın TKEP!"
sloganını attı.
Geride bıraktığı en son sesti bu.
Duvara çarpa çarpa döndü.
Bu ses cezaevinin üstünde
kulaklara çarpa çarpa
yüzyıllık bir korku olarak indi yüreklere...
...
13.03.1982 İzmir Gece 01.25-03.05
"Sevgili anneciğim ve babacığım,
Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm, ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içerisinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hakim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık.
Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır.
Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledilişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum. Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim; fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoşçakalın."
"...Havalandırmanın ortasına darağacı kurulmuştu.
Darağacının altına bir tane masa, onun üzerine bir tane sandalye
konmuştu. Necdet, koşarak sehpaya çıktı.
Yağlı ipi kendisi boğazına geçirmeye çalıştı. Ama elleri arkadan bağlıydı.
Bu arada gür bir sesle
" Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği diye slogan attı.
İp boğazına geçirilmişti.
Tam bu anda "Kahrolsun Faşîzm sloganım üç sefer peş peşe attı.
Kahrolsun Sömürgecilik Yaşasın Anti-emperyalist, Anti-oligarşik Halk
Devrimi
İşte tam o andı.
Ve o anda da tereddüt etmedi.
Sandalyesini tekmeledi.
Sandalye düştü ama, sandalye düşmesine rağmen Necdet'in uzun boyu
aşağı sarktı. Ayaklarının ucu masaya değiyordu. O anda cellat telaşlandı.
Necdet'in ayakları altındaki masayı çekmekte heyecanlanmıştı. İp
boğazını iyice sıkmış olasına rağmen Necdet, kendi kendisini boşluğa
bıraktı.
Ve sonra öylece dinginleşti."
...
7.10.1980 Ankara Gece 03.40
'' SEN ANCAK KAN ve GÖZYAŞININ RESMİNİ
YAPABİLİRSİN''
Netekim Çiçeklerin
ve çocukların
dilinden anlayanlar
anlayamadılar cellatların dilini
yine tankların
paletleri altında kaldı papatyalar
Necdet Adalı,Serdar Soyergin, Erdal Eren,Veysel Güney,Ahmet Saner,Kadir Tandoğan,Mustafa Özenç,Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun,Necati Vardar, Ali Aktaş ,Ramazan Yukarıgöz,Ömer Yazgan,Erdoğan Yazgan, Mehmet Kambur,İlyas Has, Hıdır Aslan ve diğerleri...
Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Askeri Darbeler, ülkemiz tarihi incelendiğinde 12 Mart 1971 ve özellikle 12 Eylül 1980 darbeleri öncesi gelişen sınıf mücadelesini engellemek,yok etmek yada geriletmek adına emperyalizm ve yerli burjuvazi'nin bizim gibi ülkelerde başvurduğu temel bir yöntemdir.12 Eylül askeri darbesi,İlerici ve devrimci görülen her şeye saldıran,kitlelerin pasifize edildiği,demokratik kurumların yerle bir edildiği, sonuçları, ve yarattığı toplum modeliyle bu ülkenin gördüğü en kanlı ve etkili askeri darbesidir. 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları' nın uygulamaya sokulduğu 12 Eylül döneminde:
650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
* 1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
* Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
* 7 bin kişi için idam cezası istendi,
* 517 kişiye idam cezası verildi,
* 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
* Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1 ASALA militanı),
* İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi,
* 71.500 kişi Türk Ceza Kanunu'nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
* 98.404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
* 388 bin kişiye pasaport verilmedi,
* 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
* 18.525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
* 14 bin kişi “yurttaşlık”tan çıkarıldı,
* 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
* 366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
* 644 cezaevindeki toplam hükümlü ve tutuklu sayısı 52 bin kişi,
* Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
* 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
* 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
* 14 kişi açlık grevinde öldü,
* 16 kişi “kaçarken” vuruldu,
* 95 kişi “çatışmada” öldü,
* 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
* 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
* 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
* 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
* 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
* 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
* Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
* 31 gazeteci cezaevine girdi,
* 300 gazeteci saldırıya uğradı,
* 3 gazeteci silahla öldürüldü,
* Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,
* 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
* 39 ton gazete ve dergi imha edildi,
* Bilim ve Sosyalizm yayınlarına bir yargı kararı olmadan sadece Sıkıyönetim Komutanının emri ile el konuldu ve 133.607 adet kitap imha edildi,
* Darbenin ilk altı ayında 123; dokuz ayında 175, 1981 yılının sonunda tam 268 yasa çıkarıldı.
12 Eylül askeri darbesi tarafından idam edilen yiğit ve güzel insanlar adına '' 12 Eylül darbecileri yargılansın''diyenlere (kim,kimi nasıl ve kim adına yargılayacak ?)12 eylül askeri faşist cuntasının ve yaratıcılarının halkın gözünde çoktan tarihin çöplüğünde yerlerini aldıklarını ve yargılandıklarının bilinmesini isteriz. KARAR : ..........
SORARIM
ZULMÜN GECESİNİN İMPARATORUNA
BENİM KARANLIKLARDA BÜYÜYEN KIZIM VAR
SENİN ŞAFAĞA DİRENECEK ÇOCUĞUN VAR MI ?
Güneşin hiç özgürce doğmadığı
Sevdaların, hayallerin bile
Yasak olduğu bir ülkede yaşıyorum.
Sevmek yasak, düşünmek yasak
Hayal kurmak bile yasak
Oysa bunun adı özgürlük !...
ISKENCELER
12 EYLÜL 1980 DARBESI ÖNCESINDE VE SONRASINDA YAPILAN INSANLIK DISI ISKENCELER
Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşme Araştırma ve Adalet Komisyonu raporundan alinmistir.
FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.
KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.
ZlNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.
GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur, zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.
AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan "tepe ol" komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın on kıtası okutulurdu.
KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın "yıkıl" komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.
RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, "ranza altı ol" komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığmadığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki kalaslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı.
KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.
KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir, her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi.
SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.
COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.
ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.
LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.
KiTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.
MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes elli'yi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.
ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın "öl" komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.
SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın "çek-bırak" komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar-filtreleri dahil- tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pencereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.
BANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, "Yat-sürün" komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.
SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.
GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deliğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun ellerine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.
LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın "uygun adım marş" demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.
PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardı. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanırdı. Tutuklulara bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenirdi.
İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi..
TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi.
HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.
VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.
AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05'den akşam 17-19'a kadar tutukluların oturması yasaktı.
KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gülmesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarıdaki işkence yöntemleri uygulanırdı.
GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.
AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelirken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.
MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi.